2 Temmuz 1993 yılında Madımak Oteli’nde kaybettiğimiz isimlerin arasında kimler yoktu ki? Asım Bezirci, Metin Altıok, Hasret Gültekin, Behçet Aysan, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen ve daha nice canlar…
2 Temmuz günü canlarımız, yobaz zihniyet tarafından çıkarılan yangında kimi dumandan boğularak kimi de yanarak yaşamını yitirdi.
Dört gün sürecek şenliklerde söyleşiler düzenleyecek, kitaplarını imzalatacak ve türküler söyleyecek olan canlarımız, sadece ilk gün etkinliklerini gerçekleştirebildi. Şenliğin ikinci günü olan ve Cuma gününe denk gelen 2 Temmuz’da namaz çıkışı toplanan yobaz grup, etkinliğin yapıldığı alana doğru yürümeye başladı.
“Sivas laiklere mezar olacak” sloganlarıyla yapılan yürüyüş sırasında, Pir Sultan Abdal’ın heykeli yıkıldı ve yerde sürüklendi. Sayıları giderek artan gruba herhangi bir müdahale olmazken, akşam saatlerine doğru kalabalık 15 bin kişiyi buldu. Binlerce kişi otel’in önünde sloganlar eşliğinde binayı taşladı ve camlar kırıldı.
Birkaç saat içinde otel önündeki araçlar ateşe verildi ve son olarak otelden de alevler yükselmeye başladı.
Yangını söndürmek için zamanında müdahale etmeyen itfaiye de aradan saatler sonra geldi.
33 canımız saatlerce devlet yetkililerinin gözleri önünde ölüme terk edildiler.
Dava neden kapatıldı?
Süren davalar, temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca devam etti. Sivas Katliamı Davası 20 yılın ardından 13 Mart 2012’de mahkemenin davayı zaman aşımı nedeniyle düşürmesiyle kapandı.
Aralarında katliamda yakınlarını kaybedenlerin aileleri başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve partiler “insanlık suçlarında zaman aşımının kaldırılmasını” talep etti ancak talepleri bir karşılık bulmadı.
Mahkeme Başkanı, “İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz ama bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verilmiştir” dedi.
Karar üzerine dönemin başbakanı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı” dedi. Erdoğan kararı ayrıca, “İdam kalktığı için 33 kişi ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum oldu. Bunlar hep gözden kaçıyor. Hedef saptırılıyor” diyerek yorumladı.
Aradan 27 yıl geçmesine rağmen Madımak Oteli halen “UTANÇ MÜZESİ” olmadı.
27 yıl önce Alevileri yakan yobaz zihniyete göz yuman, Müslüman Türkiye Cumhuriyeti’nin anlında ki bu kara leke ancak insanlığın yakıldığı yerin adı; “Utanç Müzesi” olarak değiştirilmesiyle son bulabilir.
Çoğunluğu Alevi ve düşünür 33 ozan, yazar, düşünür, sanatçı ve semah dönen canlarımız yanarak veya dumanda boğularak hem de devlet güçlerinin gözleri önünde ölüme mahkûm edildiler..
Tarih boyunca Alevi katliamlarının tamamı yobaz ve gerici zihniyetler tarafından yapılması, Aleviler için ıstırap kaynağı olmaya devam ediyor!
UTANÇ VERİCİ
Sivas Madımak katliamı, 20. asrın son çeyreğinde vuku bulması hem Müslümanlığın hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin bir utancıdır.
EMEVİ MÜSLÜMANLIĞI DEVAM EDİYOR..
Bu kara yobazlar, ataları Kerbela’da Hz. Muhammed’in soyunu katleden Emevi Müslümanlığının devamıdır..
Hz. Muhammed’in ailesi ve torunu Hz.Hüseyin, Emevi’lerin başı Yezit‘in emriyle, Kerbela’da katledildiğinde son sözü şöyle olmuştu: “Peygamberin evlatlarının katledildiği Kerbela’da Müslümanlık bitmiştir”
İşte, bu zihniyet o günkü o zihniyettir.
HERKES İZLEMEKLE YETİNDİ
Sivas Katliamı süresi için de;
Polis; seyirci kaldı…
Asker; misafir sanatçı rolündeydi
Kısaca Sivas’ta Devlet yoktu..
Peki ya şimdi?
Yıl 2020 AKP tek başına iktidar…
AKP iktidarı bugün, Alevi vatandaşların çok makul olan yurttaşlık isteklerini yerine getirecek parlementoda çoğunluga sahip..
AKP’nin 17 yıllık iktidarında Alevilerin temel hak ve özgürlükler konusunda bugüne kadar en küçük bir adım dahi atmamıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasamızın inanç özgürlüğüyle ilgili hükümlerine rağmen, Alevi yurttaşların en temel insan hakları talepleri bile göz ardı edilmekte ve Alevi inancı devlet eliyle yok sayılmaktadır.
Ev işaretlemeden, cemevi yıktırmaya, din dersinde ayrımcılıktan, Alevi askerlere iki ayrı törene kadar varan ayrımcı tutum, nefret söylemi ve uygulamalar günümüz itibariyle hala yer yer görülmekte ve Alevi inancının yok sayılması yasal olarak da devam etmektedir.
Cemevlerinin ibadethane statüsünün kabul edilmemesi, AİHM kararına ve Danıştay kararlarına rağmen, zorunlu din dersleri ile yaşanan asimilasyon, Hacı Bektaş Dergahı başta olmak üzere Alevilere ait olan dergah ve ibadethanelerin Alevilerde olmaması ve Alevilerin ihaleyle kullanımıyla aldıkları ibadethanelere yüksek miktarlı kira ödemeleri, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Alevilere yönelik tek bir hizmet vermemesi, Alevi memurlara yönelik fişlemeler günümüzde tüm hızıyla devam etmektedir.
Türkiye toplumunun çoğunluğunu oluşturan Sünni mezhebinden sonra en büyük ikinci inanç grubu konumunda olan Alevilerin yaşadığı sorunlar modern Cumhuriyetin kuruluşundan (1923) günümüze kadar geçen süreç içerisinde çözüme kavuşturulmayı bekleyen en önemli toplumsal sorunlardan biri olmuştur.
Fakat, bugüne kadar halkın oylarıyla iktidara gelen, sağcı ya da solcu, liberal ya da sosyalist, milliyetçi ya da ulusalcı, laik ya da anti-laik olsun istisnasız olarak tüm siyasi partiler Alevi toplumunun isteklerine ve maruz kaldıkları sorunlara karşı ya bir devlet politikası olarak duyarsız kalmışlar ya da Alevileri bir oy deposu olarak görüp onları siyasi propaganda aracı yapmaktan öteye gitmemişlerdir.
Tüm inançlara ve inanç gruplarına eşit mesafede yaklaşma anlayışına dayanan laiklik ilkesinin anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilmez temel maddelerinden biri olduğu, kaba tanımlama ile halkın yönetimi anlamına gelen ve azınlık haklarının güvence altına alındığı bir yönetim biçimi olarak tanımlanan demokrasinin ve parlamenter sistemin uygulandığı, tüm yurttaşlarının siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel vb. haklarının anayasa ile güvence altına alındığı Türkiye’de, Alevi toplumunun muzdarip olduğu sorunlara hala çözüm getirilememiş olması, Alevilerin toplumdan izole edilmesine ve keskin bir Sünni-Alevi kutuplaşmasına yol açmaktadır.
Hemen yanı başımızda başta Suriye ve Irak olmak üzere çeşitli İslam ülkelerinde mezhep ayrışmasının giderek arttığı ve mezhep çatışmaları neticesinde çok sayıda insanın öldüğü ve ölmeye devam ettiği bir süreçte, Alevi toplumunun yaşadıkları sorunların partiler üstü bir anlayışla, tutarlı ve istikrarlı bir siyasi irade ile demokrasinin ve eşit yurttaşlığın tesis edilmesi, Ortadoğu’da yaşanan bu mezhep çatışmalarının ülkemizde vuku bulma tehlikesini bertaraf etme açısından zaruri bir durumdur.
Alevi sorunu, özü itibariyle bir demokrasi, insan hakları, eşit yurttaşlık, inanç özgürlüğü, laiklik ve azınlık hakları sorunudur. Bu kavramlardan bağımsız bir Alevi sorunu tanımlaması yapmak eksik olur ve sorunların çözümünü imkansız kılar. Demokrasinin sağlıklı bir şekilde tesis edildiği, başta inanç özgürlüğü olmak üzere insanoğlunun sahip olduğu temel hak ve hürriyetlerinin güvence altına alındığı, laiklik ilkesinin gereklerinin tatbik edildiği ve eşit yurttaşlığın sağlandığı bir ülkede ne Alevi sorunundan ne de inanç ya da ırk olarak azınlık durumunda bulunan toplumların sorunlarından bahsetmek mümkün olur.
Bu nedenle, Alevi sorununu ele alırken öncelikli olarak tartışılması gerekenler demokrasi, laiklik ve eşit yurttaşlık sorunudur. Alevi sorununun çözümüne giden yol öncelikli olarak demokrasi, laiklik ve eşit yurttaşlık önünde ki engellerin kaldırılması ile mümkündür.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki İslam inancında zorlama yoktur. Allah’ın tüm insanoğluna bahşettiği Kuran-ı Kerim’in Bakara suresinin 256. ayetinde ‟dinde zorlama yokturˮ vurgusu yapılmıştır. Öğrencilerin ve velilerinin rızası olmadan zorla din dersi eğitimi verilmesi İslam dininin fıtratına aykırı gelmektedir. İslam’da zorlama olmamasına rağmen İslam inancının bir mezhebinin belli bir öğrenci ve veli kesiminin rızası dışında zorla öğretilmesi çelişkili bir durumdur.
Demokrasi içerisinde bireyler, hayat görüşü, siyasal tercihleri, inançları ve yaşam tarzları konusunda kendi seçimlerini kendileri bağımsız bir şekilde yapabilme hürriyetine sahiptir. Özellikle devletin eğitim sistemi aracılığıyla baskın bir şekilde çoğunluğun inancını azınlık durumunda bulunan inanç gruplarına öğretmek istemesi ve bunu zorunlu din dersleri adı altında yapılması İslam inancının hoşgörü anlayışının yanı sıra demokrasinin seçme hürriyetine de aykırı bir durumdur. Alevilerin temel ihtiyaçlarının giderilmesi, yasalar ile inançlarının güvence altına alınması sağlıklı bir demokrasinin tesisi için elzemdir.
Alevililerin yıllarca maruz kaldığı sorunlar ancak, yasal platformda atılacak adımlar ile ortadan kaldırılabilir. Alevilik inancının İslam dininin içerisinde olup olmadığını sorgulayan bir yaklaşımın sorunlara çözüm getiremeyeceği artık apacık ortadadır.
2 Temmuz günü aramızdan ayrılan tüm “canlara” selam olsun..
UNUTMADIK..UNUTMAYACAĞIZ..