Tatil Değil Uzaktan Eğitim

40

Beyhude, amaçsız ve istikametsiz gezen avare insanların yerli-yersiz bağrışlarını ve haykırışlarını hiç özler mi, insan? Gecenin derin sessizliğini bölen, belirsiz sesleri ve naraları bile özlüyorum. 19 Nisan 2020 Pazar 20:35 Tech by vidyomeVideo Player 00:00|01:05 Online Video Platform Skip Ad ▸ Başkalarının Yolundan Gitme Kendi Yolunu Çiz! Tiburon 0 Bu korona günlerinde bir öğrenci olarak, sözcüklerle ifade edemeyeceğim, bir özlem yaşıyorum. “Özledim” kelimesi, benim için özlemi ifade etmede eksik ve kifayetsiz kalıyor.  Okula gitmeyi, öğretmenlerimi, arkadaşlarımı, okul bahçesinde koşmayı, oynamayı hatta yere düşmeyi bile özlüyorum.  Hele baharın bin bir çeşit rengârenk tomurcuk çiçeklerinin güneş ışınları ile kaynaşarak açılıp güle dönüşmelerini, çeşmelerin-derelerin akışını, baharı müjdeleyen kuşların cıvıl cıvıl ötüşlerini ve çiçekten çiçeğe konup uçuşan kelebekleri nasıl da özlüyorum.  Zaman zaman evimizin penceresinden dışarıyı izlerken, havalanıp masmavi gökyüzünde geometrik şekiller çizerek, özgürce kanatlarını çırpan kuşlara takılıp kalıyor gözlerim her defasında… Ben dışarıyı özledim, dışarıyı…! Evet, Tatil değil, uzaktan eğitim! Tatil olmadığından hiçbir şüphem yok! Ama maalesef benim için uzaktan değil, çok uzaktan eğitim! Babam eline televizyon kumandasını her aldığında, öflüyerek püflüyerek kanaldan kanala geziyor. Kaç kez yutkunarak ve titrek bir ses tonu ile “Baba, derslerimi dinleyebilir miyim?” dedimse de babama bir türlü anlatamadım, uzaktan eğitimin gerekliliğini. Babam her defasında, “Tamam kızım deyip” ama adeta televizyon kumandası ile işbirliği yapmışçasına kanaldan kanala gezmeye devam ediyor.  Oysa böylesi korona günlerinde EBA TV, eğitimin büsbütün kesintiye uğramaması için çok müthiş bir alternatif. Derslerle olan bağımızın kesilmemesi için çok iyi düşünülmüş… Uzaktan eğitim değil, aslında!  Düşünün, okul adeta eve getirilmiş. Babamın elinde uzaktan kumandası olmazsa, tabiî ki! Esasında babam normal zamanlarda okuluma çok önem verirdi. Ama bu aralar ne düşünüyor hiç kestiremiyorum! Babam, zorunlu ihtiyaçlar için dışarı çıktığında derslerimi dinleme fırsattım oluyor. Ancak bu defa da annem, telefon rehberindeki herkesi sıra ile aramaya koyuluyor. Kaç kez “Anne, derslerimi dinleyemiyorum, dikkatim dağılıyor” dedimse de maalesef nafile…  Zira her defasında annemden aldığım cevap hiç değişmedi. “Tamam kızım, ben sessiz konuşurum” oldu.  Alışkanlığı, anlaşılmamı mümkün kılmıyor… Anlaşılamamanın verdiği öfke ile dolup dolup susuyorum. Kafamda şimşekler çakılıyor. Ruhumda kızgınlık duyguları, çarpışıp çarpışıp duruyor. İçimde bu kıyametler yaşanırken bile susup, derin sessizliklerin dehlizlerine gömülüyorum… Sonra kendi kendime; “Anlaşılmamak duygusu ne acıtan, yaralayan ve zor bir duyguymuş” diyorum. Galiba beni, en derinden derine kemiren esas özlem, ailece oturup sohbet etmek, konuşmak ve dertleşmektir. Annem arada bir, “Al kızım telefonumu, arkadaşlarınla konuş” demezse sanırım patlarım.  Bu süreçte annemin benle empati kurması, bana telefonunu verip “Arkadaşlarınla konuş” demesi beni çok mutlu ediyor. Çünkü konuşma ihtiyacımı bir nebze de olsa böylece gidermiş oluyorum. Telefonla en son arkadaşlarımla konuşurken, her durumda bizleri düşünen, naif üslubu ile bizleri motive etmeyi kendine dert eden Milli Eğitim Bakanı, yani Ziya hocanın, “Biz sıkılmayalım” diye başlattığı öykü ve resim yarışmasını konuştuk… Çok sevinmiştim. “Hayatı evde güzel kılma” düşüncesiydi, bu yarışma.  Tarifsiz bir heyecan ve hevesle oturup, “Büyük bir zafer ve özlemle okuluna hızlı adımlarla koşan bir öğrenci resmini” çizmeye başlamıştım ki,  babam: “Resim boş iş” deyip bütün hevesimi kursağımda bırakmıştı. Yutkunup kaldım öylece… Ürkek bakışlarımın ardında göz bebeklerimde gözyaşlarım birikip birikip süzüldü… Cevabı bende net olsa da “Neden resim boş iş olsun” deyip defalarca, bu soruyu kafamda tekrarlayıp durdum.  Oysa eğitim, tüm derslerin bütünleşmesi ile vücut bulur. Ama ah bir bunu anlatabilsem! Dile getirebilsem, babama… Anne- babama, “Kendimi anlatmanın bir yolu olabilir mi” diye her gece yatağımda kara kara ve kıvrana kıvrana düşünür oldum… Gözlerimin uyku tutmadığı bir gece, özlemini duyduğum, yani birbirleri ile konuşan, sohbet eden ve dertleşen kafamdaki o “Mutlu aile resmini” çizdim. “Belki özlemini duyduğum mutlu aile ortamına” ve  belki babamın özellikle “Resim yapmanın öneminin” anlamasına vesile olur düşüncesiyle bin umutla çizdiğim resmi başucuma astım.  Aileme anlatmak istediklerimi “resmettiğimden” ve doğru anlaşılmanın umuduyla olsa gerek, mışıl mışıl uyumuştum, o gece. Evet, elbette bu korona günleri, bu kabuslu günler bir gün bitecek. Bu özlem, son bulacak.  Çok umutluyum, çok… Benim için çok uzak, arkadaşlarım için uzaktan eğitim elbette bitecek… Elbette okulumuza, sınıfımıza, öğretmenlerimize ve arkadaşlarınıza kavuşacağız. Okullar açılınca bir okulun sınıf penceresinden ıslık çalacağını söyleyen Ziya hocaya, sınıfça belki de okulca elbette eşlik edip ıslık çalacağız… Hatta el ele tutuşup sosyal mesafeye inat, halay çekeceğiz. Ne de olsa Ziya hocanın okulların açıldığı ilk günün ilk teneffüsü, “40 dakika olacak sözü” var.