Gıda terörü yıllardır ülkemizde, pazarlarda, raflarda,
midelerimizde kol geziyor.
Yaşam, doğruluk ve güven üzere kurulmuştur. Karşılıklı güven olmadan yürümesi mümkün
değildir. Bu güven, bütün insanlar için aynı ölçüde değişmez bir gerçekliktir. Çünkü insan
sosyal bir varlıktır. Tek başına yaşayamaz, dolayısıyla da başkalarıyla karşılıklı ilişkiler
kurması kaçınılmazdır. Kurduğumuz ilişkiler sadece dostluk adına bir şeyler paylaşmakla
kalmaz. Yeme, içme, barınma, ulaşım ve giyim gibi temel ihtiyaçlarımızı gidermek için
çevremizle sürekli iletişim halinde oluruz. Bu ihtiyaçlar yüzyıllar boyunca devam eden bir
değişim ve gelişimin ardından sektöre dönüşmüş ve meslek halini almıştır.
İnsanoğlunun yaşamını devam ettirmek için ihtiyaç hissettiği beslenme mecburiyeti bu
sektör içerisinde çeşitli meslek gruplarını oluşturmaktadır. İşte beslenme gereksiniminin
ortaya çıkardığı gıda sektörü para döngüsünün en fazla olduğu alandır. Dünya ekonomisinin
sıcak para girdisinde bir nevi lokomotif rolüne sahip olan gıda sektörü, böylesine büyük bir
öneme sahip olmasına rağmen acaba, üretimde yeter derecede hassas davranılıyor mu? Bu
sorunun cevabını yazımın sonuna bırakmadan en başta vermenin uygun olacağını
düşünüyorum; Hayır! Maalesef hayır!!!
Gıda da ve sağlıklı yaşam da güvenlik stratejik öneme sahip konuların başında gelmektedir.
Yaşamak için yeterli seviyede besin alabilmek ve bu gıdaların sağlık yönünden güvenli olması
insan haklarının temelini oluşturmaktadır.
Devlet, yurttaşlarına her zaman yeterli miktarda ve türde gıda maddelerini sağlamakla
sorumludur. Beslenme adına her tür ürünün yetiştirilerek tarlalardan çiftliklerden sofralarımıza
kadar gelen süreçte hem tüketici sağlığının en iyi şekilde korunması, hem de tüketici güveninin
sağlanması için hijyen bakımından yükümlülüklerle ilgili toplumu bilgilendirerek bu konulara
ilişkin önlemleri almak ve toplumu konu hakkında bilinçlendirmek; bunun yanı sıra tedbirler
alarak yürürlüğe koymak asıl olarak devletlerin ilgili kurumlarının işidir.
Güvenli gıda maddeleri üretebilmek için öncelikle hijyenik koşullara sahip işletmelerin olması
gerekmektedir. Ülkemizde kontrolsüz gıda üretimi ve açıkta satılan ürünler halk sağlığını tehdit
etme açısından korkunç boyutlardadır.
Sağlıksız gıda ile beslenmekten kaynaklanan hastalıklar her geçen gün artmaktadır. Uygun
olmayan ortamlarda üretilen gıdalar yüzünden tifo, malta humması, hepatit A, mide bağırsak
iltihabı gibi hastalıklar, Türkiye’de güncelliğini korumaktadır. Hayvancılıkta ve bitkisel üretimde
verim miktarını artırmak amacıyla hatalı ve bilinçsiz kullanılan hayvan yemlerindeki katkılar,
bitkisel tarımda ki ilaçlar ve kimyasal gübreler insan sağlığını açısından kesinlikle çok
tehlikelidir.
Gıda üretimi alanında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığına kayıtlı gıda işletmelerinin yanında, bir de
merdiven altı diye tabir edilen teknik, sağlık ve hijyenik şartlara uygun olmayan, daha açıkçası
kaçak işletmeler olduğu bilinmektedir. Bu tip kaçak işletmeler konu üzerinde hassasiyetle
durulmaması ve gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle tüketim tarihi geçmiş ve küflenmiş
olup da yeniden eritilmiş kaşar peynirini, çikolatayı, sahte pekmezi, boyanmış iç yağdan kıymayı,
domuz etinden çiğköfteyi, bulunması gereken nitrat oranında yüzde 100 fazlalık içeren ve
sakatattan yapılan sosisi, kimyasal boya ile renklendirilen zeytini, kireç suyunda soyularak
sucuk ve salamlarda kullanılan sarımsağı, içinde fazla miktarda E.coli bulunan beyaz peyniri,
sahte karışımla çikolata, kırık tanelerinin karıştırıldığı pirinç, eskisi – yenisiyle, kurusu – yaşıyla
karıştırılmış bakliyatları, alfotoksinli biber, bulgur ve fındığı halkımıza yedirdiler. Fiziksel,
kimyasal ve biyolojik temizlik safhasından geçmeyen sular ve içecekleri yıllardır insanlarımıza
tükettirdiler.
Tabi madalyonun birde diğer yüzü var. Yani yapılan insanlık suçunun hukukta caydırıcı seviyede
cezası yok.
Bu durum oldukça garip değil mi?
Neden acaba?
Yorumu sizlere bırakıyorum.
TMMO nun konu üzerinde yaptığı araştırma raporuna göre; Üreticilerinin “ambalaja”
önem verirken içerik konusunda hassas davranmadığı belirlenmiştir.
Bozuk yoğurtlar imha edilmesi gerekirken toplanıp İçine değişik kimyasal maddeler
katılarak ya süzme yoğurt ya da ayran imal ediliyormuş. Son kullanım tarihi geçmiş,
küflü peynirlerin yeniden eritilip ambalajlandıktan sonra tazeymiş gibi tüketiciye
sunulması, kaşar ve krem peynirinde yapılan sahtekarlık merdiven altı kaçak üretimde
en masumane olaymış!
Bu vicdansız insafsız insanlık düşmanları bozulmuş süt ürünlerini peynire
dönüştürürken, kötü kokuyu ve mikroorganizmaları yok etmek için türlü kimyasallar
kullanıyorlarmış. Tabi kullanılan bu katkılar insanların kansere yakalanma oranının
artmasına neden oluyor.
En ürkütücü durum ise tereyağında! Çoğunun içinde bir gram bile süt yokmuş.
Hayvansal yağlardan elde edilen krema kıvamında karışıma, renklendirici ve esans
katıp, mis gibi kokan sahte tereyağı üretiyorlarmış.
Sanayicinin, üreticiden aldığı sütün litre fiyatının 85 kuruş olduğu gerçeğini ve1 kg taze
kaşar için 11 litre süt gerektiğini göz önünde tutarsak; sadece süt kullanımıyla bir kilo
taze kaşarın maliyeti 9.35 liraya tekâmül eder. Ancak piyasada bunun daha altında
satanlar var. Hile yapmadan, dürüstçe üretimle bu fiyata satmak belirtilen şartlarda
asla mümkün değil. Sağlıklı beslenmek amacıyla aldığımız gıdaların içinde neler
olduğunu, ne hilelerle imal edilip nasıl bir tehlike altında olduğumuzu artık hepimizin
fark etmesi ve bu konuda duyarlı olmamız gerekiyor. Tabii en başta da bu konunun
denetim boyutundan sorumlu olan devlet kurumlarımızın!
Tüketilen bu sahte gıdaların insanlar üzerindeki etkilerin en korkutucusu kanserdir.
Bilmediğimiz, tanımadığımız markalarda ki ürünleri kesinlikle tüketmemeliyiz! İçeriğinde ne
olduğu belli olmayan ürünleri almamalıyız. Ürünlerin ambalajlarının üzerinde yer alan TSE
damgası, son kullanım tarihi, içeriği ve bilgilerini dikkatle kontrol etmeliyiz. Unutmamalıyız ki
terör sadece ateşli silahlarla yapılmıyor. Farkında olmadan keyifle yiyip içtiğimiz geri dönüşüm
gıdaları da pimi çekilmiş el bombasından farksız, dikkatli olmalıyız! Hem de çok dikkatli!
Şimdiye kadar yeterince aldatıldık çünkü!
VİCDAN MUHASEBESİ
Kurtulabilmek için, didinsen de mazinden,
Bekleme de yenisi, hem de en rezilinden.
Fark ettiğin de korkma, oynaşan akisleri,
Takip eden nefsinin, sinsi ayak sesleri,
Yetişip de ardından, bir el omzuna değer,
Dönüp de bakarsın, yüreğin yeterse eğer.
Saldırır karanlıkta, bedenine gölgeler,
Aç sırtlanlar gibi, binlerce parçaya böler.
Uzanan her bir ele, sarılırsın umutla,
Taşımak ister oysa onlar seni tabutla.
Son kez hamle yaparak, denesen de şansını,
Nafiledir bu çaban, bulamazsın aslını.
Vicdanının sesinden, kaçıp kutulamazsın,
Kendinden başkasın da, çareni bulamazsın.
Hedefin hoş bir seda, bırakmaksa fanide,
Mazinle anacaktır, ancak beşer senide.
Rafet SERTOĞLU