İzmir cayır cayır yanarken, bu feryat sadece bir şehrin değil, hepimizin. Göz göre göre yitip giden ormanlarımız, meskenlere dayanan alevler ve her geçen dakika küle dönen umutlarımız… Bu bir felaket senaryosu değil, acı bir gerçek. İzmir yanıyor ve bizler, bu yangına seyirci kalmak zorunda bırakılıyoruz.
Hükümete sesleniyoruz: Görün bu yangını! Dünya’ya çağrı yapıyoruz: Görün bu yıkımı! Alevler evlerimize kadar dayanmışken, her yer kül olduktan sonra mı müdahale edeceksiniz? Teknolojinin bu denli ilerlediği bir çağda, yangınlarla mücadeledeki bu çaresizlik neden? İzmir belediyelerinin tüm çabasına rağmen, tek bir yer değil, kentin pek çok noktası aynı anda alevlere teslim oluyor. Bu, yerel imkanların ötesinde bir felaket.
Yangınlar sadece ağaçları değil, geleceğimizi de yakıyor. Bu durum, basit bir “doğal afet” olarak geçiştirilemez. İklim krizinin etkileri, plansız yapılaşma, yetersiz önlemler… Tüm bunlar bu tablonun bir parçası. Şimdi değilse ne zaman harekete geçeceğiz? Daha ne kadar canımız yanacak, daha ne kadar ciğerimiz kavrulacak?
Bu yangınlar hepimizin vicdanını yakıyor. Sadece haber bültenlerindeki görüntülerle yetinmek, bu felaketi kabullenmek anlamına gelir. İzmir, sadece bir şehir değil, bir yaşam biçimi, bir tarih, bir kültür. O yanarken, biz de yanıyoruz. Küllerimizden yeniden doğmak için değil, bu yangınları söndürmek için şimdi, hemen harekete geçmeli ve bu feryadı duyurmalıyız. Yoksa yarın çok geç olacak.